29 Mayıs 2010 Cumartesi

HASRETLİK TÜRKÜSÜ!

AHMET AVCI
ahmetavci3@gmail.com


ZEYNEP’in HİKAYESİ



Çok eskiden köyün birinde Zeynep isimli çok güzel bir kız vardır.

Onaltıya yeni bastığında Zeynep'i köylerindeki bir düğünde yabancı köylerden gelen Ali isimli bir genç görür.


Ali Zeynep'i çok beğenir ve köyüne döndüğünde kızın babasına hemen görücü gönderir.


Zeynep'i Ali'ye verirler.


Kısa bir zaman sonra düğünleri olur.


Ali, Zeynep'i alıp yabancı köyüne götürür.

Zeynep'in gelin gittiği köy ile kendi köyü arası üç gün üç gece çeker. Bu kadar uzak olduğundan dolayı Zeynep,


anasını babasını ve kardeşlerini tam yedi yıl göremez.


Bu özlem Zeynep'in yüreğinde her gün biraz daha büyüyerek dayanılmaz bir hal alır.


Köyün büyük bir tepesinde bulunan evinin bahçesine çıkarak kendi köyüne doğru dönüp için için kendi yaktığı türküyü mırıldanır ve


gözleri uzaklarda sıla özlemini gidermeye çalışırmış.


Oysa kocası, Zeynep'in bu özlemine pek aldırış etmez.


Kaldı ki eski sevgisi de pek kalmadığından kendini fazlaca horlamaya, eziyet etmeye başlar.


Sonunda bu özlem ve kocasının horlaması Zeynep'i yataklara düşürür.


Gün geçtikçe hastalığı artan Zeynep'in düzelmesi için, köyden gelip gidenler de anasının babasının çağrılmasını salık verirler.


Başka çare kalmadığını anlayan Zeynep'in kocası da anasına babasına haber vermeye gider.


Altı gün altı gecelik bir yolculuktan sonra bir akşam üstü Zeynep'in anası babası köye gelirler, Zeynep'i yatakta bulurlar.


Perişan bir halde Zeynep hala türküsünü mırıldanmaktadır.


Aynı türküyü anasına babasına da söylemeye başlar.


Çevresindeki bütün köy kadınları duygulanıp göz yaşı dökerler.


Annesi fenalıklar geçirir ve bayılır.


Zeynep hasretini giderir, giderir ama artık çok geç kalınmıştır.


Sonu ölümle biter.


Herkes Zeynep için göz yaşı döker.


İşte o gün bu gündür bu türkü ayrılığın türküsü olarak söylenip durur.

***
Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar


Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler


Annesinin bir tanesini hor görmesinler


Uçan da kuşlara malum olsun ben annemi özledim


Hem annemi hem babamı hem köyümü özledim


Babamın bir atı olsa binse de gelse


Annemin yelkeni olsa uçsa da gelse


Kardeşlerim yolları bilse de gelse


Uçan da kuşlara malum olsun ben annemi özledim


Hem annemi hem babamı hem köyümü özledim


27 Mayıs 2010 Perşembe

HARABA GIYLIGİ

ÇULÇAPUR KÖYÜ VE HÖYÜĞÜ
Lütfi Parlak


Osmanlı döneminde idarî yapı, bu günkünden çok farklıydı. Dolayısıyla ordunun kışlak yerlerinden birisi de Diyarbakır’dı. Haliyle askerî ihtiyaçların büyük bir kısmı Harput yöresinden karşılanırdı. Çünkü Harput 1516’ya kadar Diyarbakır’a bağlıydı. Bu sebeple Çulçapur’dan, Helezür’den… geçen ve ucu Diyarbakır’a açılan yolların sürekli kullanıldığı muhakkaktı.
İpek Yoluna bağlı ara yollardan biri olan ve yörede “Katırcı Yolu, Katırcı Çeşmesi” olarak bilinen güzergâh, Karinget Çayı üzerinden gelip Çulçapur ve Cüt Boğazından Ergani’ye doğru uzanırdı. İşte bahsi geçen yol üzerinde ve Haraba adı verilen mevkide Çulçapur höyüğü bulunur. Aşağı Huh’a yakın bir yerde kurulan yapı, demir yoluna 250-300 m. mesafededir. Hazine arayıcıları tarafından oldukça tahrip edilmiş olmasına rağmen büyük ölçüde sağlamdır. Hâlâ akan soğuk çeşmesi ve etrafında “peg” adı verilen yıkıntıların temel bakiyelerine bakılırsa eski bir yerleşim yeri olduğu kolaylıkla anlaşılır.
Bilindiği kadarıyla ilk höyük, Nemrut için yapılmış çok katlı bir mezardır. Alt kata hükümdarın mezarı, orta kata büyük hükümdar için kurban edilen insanların mezarları, en üst kata da krala ait kıymetli eşyalar, mücevher ve paralar konurdu.[1]
Dikkat edilirse bu yönüyle höyükler, sanki Mısır Piramitlerine alternatif olarak yapılmıştır. O gösterişli ve mükemmel taş yığınları Firavunlara mezar olarak tahsis edildiğine göre, topraktan olanın ilki de M.Ö. 2100’de Babil hükümdarı Nemrut için inşa edilmiştir. Dolaysıyla Nemrut’tan alışılan bu tarz, zaman içinde diğer milletlere de sirayet etmiştir. Bir devire veya bir millete hükmetmiş kimseler için oluşturulan ve Kurgan adı da verilen bu yapılara,[2] genel olarak höyük adı verilmiştir.
Cesetleri eşyaları ile toprağa gömme âdeti, birçok millette vardır. Hırsızlara karşı ölülerini; Urartular kayaları oyarak oluşturdukları mezarlarda, Mısırlılar taştan yaptıkları piramitlerde, bazıları da küçük bir tepe kadar toprak yığarak inşa ettikleri höyüklerde saklamaya çalıştıkları genel olarak söylenebilir.
Höyüklerin ihtiva ettiği başka manalar da vardır. Eski birer yerleşim yeri olan bu yığma tepeler; genellikle istilalar, tahripler... neticesinde yıkılıp viran olan ve toprağın altında kalan iskân yerleridir. Anadolu’da bahsi geçen yapıların tamamına yakını bu çeşit suni tepelerdir.
Ayrıca höyük denen yapıların birer gözetleme kulesi veya üzerine surlar yapılarak savunma yerlerine dönüştürüldükleri de muhakkaktır. Yöremizde bulunan Tadım, Çulçapur ve Yukarı Huh Höyükleri bu kabil yapılardır. Yani hem tehdit halinde halkı koruma hem düşmanı gözetleme yeri olarak inşa edildiğini söyleyebiliriz.
Şu kadar var ki gerek Tadım, gerekse Yukarı Huh höyüğünün üzerinde sur bakiyelerin bulunmasına veya bina temel kalıntıları olmasına rağmen Çulçapur höyüğü tahrip olduğu için bahsi geçen birimleri bulmak mümkün değildir. Yani bu suni tepenin kale şeklinde yapıldığını gösteren hiçbir emare yoktur. Ancak bir sıra halinde dizili bulunan her üç yapının da yanı başında yerleşim yerleri bulunduğuna göre konumlarının da aynı olması gerekir. Dolayısıyla bu höyüklerin köylerin veya şehirlerin enkazı olmasından çok koruma amaçlı olduğu kuvvetle muhtemeldir. Dolayısıyla Çulçapur höyüğünün üzerinde de surların olduğunu düşünüyoruz.
Diğer köylerimiz gibi Çulçapur isminin de nereden geldiği veya kimle tarafından verildiği bilinmez. Anladığımız kadarıyla böyle bir araştırmanın içine şimdiye kadar giren de olmamıştır. Bu sebeple merhum Mehmet Şerif Kaya’nın; bu köyü kuran kişinin yüzünün çilli ve çopur olması hasebiyle yerleşim yerine galat olarak “Çil-Çopur” adı verildiği şeklindeki yakıştırması ister istemez dikkat çekmektedir.
Şu kadarını ifade etmek gerekir ki Haraba denilen mevkideki höyüğe bakılırsa köyün çok eski bir geçmişe sahip olduğu anlaşılır. Çünkü Anadolu beylikleri döneminde asayişin iyice bozulduğu sıralarda köylerin dağıldığı biliyoruz. Bu sebeple insanlar, köylerini terk ederek tarlalarının veya bahçelerinin başına gidip yerleştiğini ve bu durumun IV. Murat’ın Bağdat seferine çıkana kadar (1638) sürdüğünü tarihten okuyoruz. Dolayısıyla Diyarbakır’a karargahını kuran IV. Murat’ın Elazığ’ın Hoğu Köyüne geldiğini, Mollaköydeki Molla Ahmet Peykerci zaviyesini yatırdığını ve Halezür köyünün 11-12 bin akçe olan gelirinin (1523) 608 akçesini bu zaviyeye bağladığı[3] kayıtlardan alıyoruz. İşte bu asayiş hareketlerinden sonra bazı köylerin yeniden toparlanmalarına rağmen Çulçapur’un eski yerine inmediğini anlıyoruz. Eski köyün ve yanındaki kalenin bilinmeyen bir sebeple tahrip olması nedeniyle böyle bir durumun hasıl olduğuna inanıyoruz.
Bu gün için metruk ola höyük, tarların arasında kalmıştır. Günden güne eridiği ve define avcılarınca sürekli kazıldığı da maalesef bilinen bir gerçektir.




6 İshak Sunguroğlu-Harput Yollarında
[2] Hayat Ansiklopedisi
[3] Mehmet Ali Ünal- Harput Sancağı

17 Mayıs 2010 Pazartesi

KÖYÜMÜZÜN ÖNEMLİ ÖZELLİKLERİ

MUSTAFA ÖZDEMİR
maksutmurat@hotmail.com


1. Köyümüzde evleri badana etmekte kullanılan (BEYAZ TOPRAK) bulunmaktadır.


2. Köyümüz üst kısmında KIRMIZI Toprak bulunmakta, anneler bunu HÖLLÜK toprağı olarak kullanırlar


3. Köyümüz TIMAR denen bölgede çevre köylerinde gelip götürdüğü PEKMEZ toprağı vardır.

SOYADI KANUNUNDAN ÖNCE AİLE LAKAPLARI

MUSTAFA ÖZDEMİR
maksutmurat@hotmail.com

SOYADI KANUNUNDAN ÖNCE KÖYÜMÜZDEKİ AİLE LAKAPLARI:


1. Abbaslar: Mevlüt (AVCI), Zekeriya (ÖZDEMİR), Mahmut (AVCI), Şükrü (KAYA), Bahri (KAYA), Veysi (ÇELİK)

2. Kelolaar: Mehmet, Kaya, Tahir (Tosun)

3. Papolar: Dursun, İdris (Turan)

4. Tumaslar: Hüsnü, İbrahim, (Bozkuş)

5. Hemolar: Mahmut, Veysi, Hakkı (Polat)

6. Gadolar: Bahri, Yunus, Mehrem (Özaslan, Erdem)

7. Memeler: Bayram, Rıfat, Hüseyin, Mahmut (Yalçınkaya)

8. Çerçiler: Ömer, Ali (Doğrul)

9. Hacılar: Ömer, Hüseyin (

10. Ağalar: Arap ağa, Asim ağa (Gökçen)

11. Beyler: Hamit, Cemil, Gökçen

12. Uslular:

9 Mayıs 2010 Pazar

METEHAN AVCI AİLESİ...

METEHAN AVCI
metehan48@hotmail.com


AVCI AİLESİ: BABAM, ANNEM, ABLAM NİLGÜN, YİĞENİM İLAYDA, EŞİM NURSEN VE OĞLUM ATA AHMET

ŞERİF KAYA'YI KAYBETTİK...

ŞERİF ABİ'Yİ KAYBETTİK...


Köyümüzün ilk Öğretmenlerinden Şerif KAYA'yı 8 Mayıs Cumartesi günü kaybettik...
Merhumun naaşı 10 mayıs Pazartesi günü ÇULÇAPUR mezarlığına defnedilecektir.
Uzun süre Mürü Köyü ve Şehir merkezindeki okullarda öğretmenlik yapan Ülkü ER'i Şerif Abimize Allahtan rahmet, kederli ailesi, dostları ve akrabalarına baş sağlığı dileriz.
Mekanı cennet olsun...


Ahmet AVCI
Yönetici

ÇOCUKLUKTAKİ GÖZÜMLE KÖYÜM VE KÖYLÜM...

AHMET AVCI'
ahmetavci3@gmail.com

  



ÇOCUKLUKTAKİ GÖZÜMLE KÖYÜM VE KÖYLÜM...

1948 yılı Mart ayında Çulçapur'da dünyaya gelmişim.
İlk anılarım çok silik.
Ferhat Ağabeyimin düğünü en eski anı gibi aklımda…
Düğün alayı beklenen güzergâhtan gelmemişti… Şintil' Köyünden...
Şerif Ağabeyin düğünü de aklımda… Eşref dayı; Helezür’den gelirken çocukları nedense kovalamıştı; köy bekçisi miydi?

Ve bahtsız Fatma bacımın evliliği...Anamın çaresizliliği, babamın suskunluğu...
Yokluk, yoksulluklar...

Anamın dertleri, dertleşmeleri ve öğütleri...

Babamın meselleri.... Özlemle Ferhat ağabeyimin yolunu gözlemeleri... bahçeden meyve ağaçları ayırmaları... "Oğlum Ferhatın kokusu geliyor... herhalde yakında burada olur"  biçimindeki özlem dolu kehanetleri...

Ben 40 günlükken vurulan Mahmut amcam'ın süregelen acısı, o'nun ölümünden sonra dünyaya gelen oğlu Yadigar'ın Elazığ yetimhanesinde ölümü...

Şükrü amcamın oğlu can arkadaşım Niyazi'nin ani ve beklenmedik ölümü...
Zekeriye Amcamın oğlu Mehmet'le olan kardeş gibi arkadaşlığımız...

En keyifli düğün olarak; Hacı Mevlüt’ün oğlu Aydın’ın düğününü hatırlıyorum.
Bir de Bedri Gardaş ile İsmail’in sünnetini…

Kuran kursuna gidişimi ve hoca’nın eğitim anlayışını ve rutin FALAKA işini de unutamıyorum…
Sonra Okul…
Tek odalı kerpiç damda eğitim veren köyümüz okulu…
Gem iskemlesinde dizlerimizin üzerinde yazı yazarak okumak…
Acaba çok mu zordu dokuz öğrenciye okul sırası yapmak…
Bir de okula taşıdığımız odunlar…
Düzgün odun götürsem anam, kötü odun götürsem öğretmenim kızardı…
Ve bu yoklukta- yoksullukta- öğretmenimizin bizi eğitmek için ortaya koyduğu çabalar…
Helezür'de müfettiş gözetiminde yapılan sınavda; Helezür öğrencilerinden daha iyi olduğumuzun saptanması...

Köyümüzdeki yaşlılar…
Aslında aile reislerinin tümü bize yaşlı görünürdü ya…
Bizde toplanan büyüklerin askerlik anıları…
Babamın ve Rifat eniştemin askerlik anılarını kayda alamadığıma hala yanarım…
Hane reisinin adı ile anılan pegler...

Köyümüze "Marşal Yardımı"nın gelişi...
Kadastro çalışmalarının başlaması...
Muhtar (İbo) amcanın maceraları...
Köylüye tohumluk buğday dağıtılması ve köylü adına kredi çekilmesi...
Nato Petrol Boru Hatlarının kazı çalışmaları...
Köyümüzde; Pancar ekiminin başlatılamsı heyecanı...Fenni gübre ile tanışma...
Köyümüzden; Kuylu Köyüne göçler ve bizim Köye Usludan gelişler...

Ve sonra 1958 yılı Ağustos'unda İstanbul’a gidişim…
On yaşında idim ama artık yetişkindim...

4 Mayıs 2010 Salı

FETHİYE'DEN ÇULÇAPUR'A SELAM OLSUN!

METEHAN AVCI
metehan48@hotmail.com


Merhaba;
Öncelikle bu "ÇULÇAPUR Blogunu"  faaliyete geçiren babam Ahmet AVCI'ya, tüm katılımcı arkadaşlarıma ve büyüklerime selam ve teşekkürlerimi iletirim...
Ben Ahemet-Rüveyde Avcı'nın oğlu Metehan...
1973 yılında babamın görevli olduğu; Mardin'in Midyat ilcesinde doğmuşum.
Mevlüt Avcı ile Mehmet TOSUN'un torunuyum.
Bildiğim kadarı ile adımı babam; Mete koymuş. Nüfus kağıdının çıkartılması için de Şerif Kaya amcadan yardım istemiş o da nüfusa yazdırırken METEHAN yapmış... Şerif amcaya da teşekkür ederim.


Hani derler ya gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür...
Anneannemin vefatına kadar (88) düzenli olarak köyümüzü ziyaret ettik..
Tabi memur çocuğu olmanın zorluğu nedeni ile her yıl 15 günlüğüne geldiğim köyümde, önceki gördüğüm kişiler büyümüş, değişmiş oluyordu. Bir önceki seferde aklımda kalan isimleri tekrar karıştırıyorum.
Teyzemin; yaşı birbirine yakın 3 kızı vardı. Her gün değişik kıyafet ile gördüğümden isimlerini karıştırıyorum. Sonunda teyze kızlarına ''ben gidene kadar, kıyafet değiştirmeyeceksiniz'' demiştim.
 Zaten sülaleyi isim isim aklımda tutamıyorum. Bir de değişiklik olunca tamamen karışıyordu..
90 yılından sonra üniversite, askerlik, iş kurma, evlilik, çocuk derken 13 sene gidemedim.
Hemşire olan Eşimin Baskil'e tayininin çıkması müjdesi ile yıllar sonra köyüme gitmenin mutluluğunu yaşadım...
Şu anda Muğla'nın Fethiye ilçesinin Kemer beldesinde zirai ilaç bayiiliği yapıyorum...
Ve köyümü özlüyorum...Babamı yakalayınca; köyümüzü oğluma da anlatmasını istiyorum...
Tekrar selam ve sevgilerim sunuyorum...

KÖYÜMÜZDEN BİR GÖRÜNTÜ!

 
METEHAN AVCI
 

3 Mayıs 2010 Pazartesi

DEDEPINARI HÖYÜĞÜ

BAŞARI VE MUTLULUKLAR DİLER, CULCAPUR BLOGUNA KATKILARINIZI BEKLERİZ...

Kanber AVCI
dedepinari@gmail.com

©Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri - TAY Projesi
Çulçapur Höyük
Rakım: 1020m
Bölge:
Doğu Anadolu
İl:
Elazığ
İlçe:
Merkez
Köy:
Dedepınarı
Araştırma Yöntemi:
Yüzey Araştırması
Dönem:

Elazığ il merkezinin güneyinde; Kavaktepe Köyü'nden Dedepınarı (Çulçapur) Köyü'ne giden yolda; demiryolu makasını geçtikten hemen sonra 250 m kadar güneyde yer alır. Yaklaşık olarak 150 m çapında; kuzeyde 20 m; güneyde 10 m yüksekliğinde olan höyük yerel halk tarafından "Harabe Tepe" olarak adlandırılmaktadır. 2003 yılında E. Danık tarafından yapılan yüzey araştırmasında Kalkolitik; İTÇ; M.Ö. III. binyılın 2. yarısı ve Ortaçağ'a ait çanak çömlek parçalarına rastlanmıştır.

2 Mayıs 2010 Pazar

ÇULÇAPUR'UN TARİHÇESİ

Kanber AVCI
dedepinari@gmail.com


ÇULÇAPUR (DEDEPINARI) KÖYÜ
Dedepınarı, Elazığ ilinin Merkez ilçesine bağlı bir köydür.
Tarihiçesi:
Köyün bilinen eski ismi Çulçapur.
Köyümüz; Beydilli Türkmenlerince kurulmuş, 300 yıllık geçmişi olan bir köydür.
Türk İslam kültürü yaşatılmaktadır.
Halkı; aydın ve vatanseverdir.
Türkmenlerden önce köyümüzde, Ermeniler yaşarlarmış.
Köyümüz Ermenileri, bizden önce 1700 lü yıllarda Amerika'nın ve Avrupa'nın tanıdığı imkanları kullanarak bu ülkelere göç etmişlerdir.
Bizler de yöreyi Türkleştirme maksadıyla iskan edilmiş, Türkmen aşiretlerinin mensuplarıyız.
Beğdilli, Beydilli, Baydilli, Badıllı olarak bilinen bu Türkmen aşireti, Türkmenistan'dan Selçuklular'la beraber, Anadolu, Irak, Suriye, Azerbaycan , İran, Mekke, Libya, Mısır'a dağılmışlardır.
Bazıları Alevi, bazıları Sunni İslam inancını benimsemiş, çok köklü bir Oğuz Türkmen boyudur. Akkoyunluların kurucu unsurlarıdır.


Elazığ merkezine 28 km uzaklıktadır.


Köyün iklimi, karasal iklimi etki alanı içerisindedir.


Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır.


Köyümüzde Muhtarlık yapmış Büyüklerimiz:


Rahmetli İbrahim (Neççe İbo) BOZKUŞ …
Rıfat Yalçınkaya
Rahmetli Sıtkı Taşkan
Rahmetli Veysi Polat
Ferhat Avcı
Tahir Tosun
Ahmet Yalçınkaya

ÇULÇAPUR'DAN HATIRALAR!


İRFAN ÖZDEMİR
ifogakko@hotmail.com











KORTİKTUDU'NDAN GÖRÜNTÜLER

Kanber AVCI
dedepinari@gmail.com