29 Nisan 2010 Perşembe

DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİ!

Ahmet AVCI
ahmetavci3@gmail.com


                    "Dünyanın Bütün Çiçekleri" şiirini; Tüm Öğretmenlere, Tüm öğretmenlerime, özellikle de Değerini bilemediğimiz, Köyümüzün emektarı, yetişen her öğrenci de büyük katkıları olan  Osman TAŞÇI'ya armağan ediyorum...
                      Ahmet AVCI
                        

                      DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİ


“Bana çiçek getirin, dünyanın bütün çiçeklerini buraya getirin”
Köy öğretmeni Şefik Sınığ’ın son sözleri.


Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum.
Bütün çiçeklerini getirin buraya,
Öğrencilerimi getirin, getirin buraya,
Kaya diplerinde açmış, çiğdemlere benzer,
Bütün köy çocuklarını getirin buraya,
Son bir ders vereceğim onlara,
Son şarkımı söyleyeceğim,
Getirin, getirin ve sonra öleceğim.


Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Kır ve dağ çiçeklerini istiyorum,
Kaderleri bana benzeyen,
Yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları,
Geniş ovalarda kaybolur kokuları…
Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri,
Hepinizi hepinizi istiyorum, gelin görün beni.
Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni.


Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Afyon’da açan haşhaş çiçeklerini,
Bacımın suladığı fesleğenleri,
Köy çiçeklerinin hepsini, hepsini,
Avluların pembe entarili hatmisini,
Çoban yastığını, peygamber çiçeğini de unutmayın.
Aman Isparta güllerini de unutmayın.
Hepsini, hepsini bir anda koklamak istiyorum.
Getirin, dünyanın bütün çiçeklerini istiyorum.


Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum.
Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım,
Ben bir bahçe suluyordum, gönlümden,
Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden,
Ne güller fışkırır çilelerimden,
Kandır, hayattır, ekmektir benim güllerim.
Korkmadım,korkmuyorum ölümden,
Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin.


Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Baharda Polatlı kırlarında açan,
Güz geldi mi Kop dağı’na göçen,
Yörükler yaylasında Toroslar’da eğleşen,
Muş Ovasından, Ağrı eteğinden,
Gücenmesin, bütün yurt bahçelerinden,
Çiçek getirin, çiçek getirin, örtün beni,
Eğin türkülerinin içine gömün beni.


Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
En güzellerini saymadım çiçeklerin,
Çocukları, öğrencilerimi istiyorum.
Yalnız ve çileli hayatımın çiçeklerini,
Köy okullarında açan, gizli ve sesiz,
O bakımsız, ama kokusu eşsiz çiçek.
Kimse bilmeyecek, seni beni kimse bilmeyecek.
Seni beni yalnızlık örtecek, yalnızlık örtecek.


Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Ben mezarsız yaşamayı diliyorum,
Ölmemek istiyorum, yaşamak istiyorum.
Yetiştirdiğim bahçe yarıda kalmasın,
Tarumar olmasın istiyorum, perişan olmasın.

Beni bilse bilse çiçek bilir, dostlarım.
Niçin yaşadığımı ben onlara söyledim.
Çiçeklerde açar benim gizli arzularım.


Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Okulun duvarı çöktü altında kaldım,
Ama ben dünya üstündeyim, toprakta,
Yaz kış bir şeyler söyleyen sonsuz toprakta,
Çile çektim,yalnız kaldım, ama yaşadım,
Bilir bunu bahçeler, kayalar, köyler bilir.
Şimdi sustum, örtün beni, yatırın buraya,
Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya.


Ceyhun Atuf Kansu

28 Nisan 2010 Çarşamba

ŞEHRİMİZDEN GÖRÜNRÜLER

Kanber AVCI
dedepinari@gmail.com






MEHMET ZEKİ KİMDİR?

Kanber AVCI


dedepinari@gmail.com


MEHMET ZEKİ KİMDİR?


Elazığ’ın Hürriyet Caddesi üzerinde Orduevi’ne doğru giderken sol kol üzerinde bulunan İlkokul, eskiden MEHMET ZEKİ adını taşıyordu. 1975 yılında adı değiştirilerek İSMET PAŞA İlkokulu yapıldı. Mehmet Zeki’nin ismi ise 1975-1976 öğretim yılında merkez Olgunlar Mahallesinde yapımı tamamlanan yeni ilkokula verildi.


Adı Cumhuriyetimizin kuruluşundan beri değişik dönemlerde iki ayrı ilkokulda yaşatılan, Cumhuriyet Çocukları’nın diplomalarında adı gururla yazılan MEHMET ZEKİ’ nin kim olduğunu merak edip araştırdık.


Mehmet Zeki; Elazığ’ın Çulçapur Köyünden Kamber Çavuş’un oğludur. Mehmet Zeki’nin bir erkek, bir de kız kardeşi vardır. Kız kardeşinin adı Lütfiye Hanımdır. Mehmet Zeki, ünlü düşünürlerimizden Ziya Gökalp’ın yakın arkadaşı ve onun ekolüne bağlı bir öğretmendir. Mehmet Zeki’nin öğretmenlik dışında zengin bir musiki kültürüne sahip müzisyen olduğu ve musikimizde kullanılmakta olan tüm enstrümanları büyük bir ustalıkla kullanabildiği anlatılmaktadır.


1925 öncesinde Bingöl’de öğretmenlik yapmakta, geleceğimizin güvencesi çocuklarımıza Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkeleri doğrultusunda ve O’nun izinde yürüyerek, yeni Türk harfleriyle okuma-yazmayı öğretmekte, onları bu milli duygularla donatmaya büyük bir çaba göstermektedir. Onun bu idealistliği, kendisini kısa sürede Atatürk’le de yakınlaştırmıştır.


Bingöl’deki sorunları ve gelişmeleri direkt olarak Atatürk’e bildirecek kadar bir yakınlık vardır aralarında. Bingöl PTT’sinden Atatürk’e zaman zaman gizli telgraflar çekerek, patlak verecek olan Şeyh Sait İsyanı’nı, İngiliz Ajanlarının bölgede cirit attıklarını, Şeyhleri ve aşiretleri isyana katılmaları için örgütlediklerini Atatürk’e bildirmiştir.


Ankara’nın isyan uyarısı karşısında Genç Valisi, çıkacak isyana karşı kayıtsız kalmış, hatta Öğretmen Mehmet Zeki hakkında iftiracılık suçlamasıyla soruşturma başlatmıştır. Palu ve Maden Kaymakamlarıyla, dönemin Elazığ Valisi Hilmi Bey de aynı duyarsızlık içerisinde olmuşlardır.


Elazığ Valisi Hilmi Bey ve etrafındakiler Ankara’dan gönderilen isyanın olacağını haber veren şifreleri zamanında çözdürmeyip sabaha bırakmışlardır. Şifreleri çözdürdükten sonrada ciddi manada değerlendirmemişlerdir. Çünkü Elazığ Valisi Hilmi Bey ve beraberindeki zevat, o son geceyi poker masasında geçirmekle meşgullermiş.


Nihayet isyan patlak veriyor.


Şeyh Sait ve taraftarları, “Şeriat” iddiasıyla Lice’den isyanı başlatıyor, dört koldan çevre il, ilçe ve köylere yayılmaya, her tarafı yakıp yıkmaya ve talan etmeye başlıyorlar.


İsyan sonrasında Şeyh Sait’in taraftarlarından bir grup gecenin bir vaktinde, Öğretmen Mehmet Zeki’nin Lice’deki evine gizlice bir baskın düzenliyorlar. Karısı ve kız kardeşinin direnmelerine rağmen, Mehmet Zeki’yi silah zoruyla alıp götürüyorlar. Evin biraz ilerisinde ise acımadan kurşuna dizerek oracıkta öldürüyorlar.


BU olaydan sonra Mehmet Zeki’nin tek çocuğu olan Necat Dündaralp, Atatürk’ün direktifleriyle Devlet tarafından ailesinden alınarak, İstanbul’daki Galatasaray Lisesinde okutulur. Galatasaray Lisesini başarıyla bitiren Necat, daha sonra Ankara Ziraat Fakültesi’nden Ziraat Yüksek Mühendisi olarak mezun olur. Ardından Devlete ait olan Mersin’deki Alata Çiftliği’nde göreve başlar.


İşte bu yıllarda annesinin vefat ettiğini üzüntüyle öğrenir.


Yirmi beş yıllık hizmetini tamamlayan Necat Dündaralp, emekli olduktan sonra eşinin memleketi olan İzmit’e yerleşir ve burada bir süre yaşadıktan sonra da geçirdiği ani bir kalp krizi sonucu vefat eder.

AİLECE HARPU'TA OLMAK...

Ahmet AVCI'dan
ahmetavci3@gmail.com


AİLECE HARPUT'TA OLMAK...

1986 yılı Harput ziyareti: Ağabeyim Ferhat, rahmetli yengem Ayşe, Eşim Rüveyde, Kızım Nilgün, Oğlum Mete, yiğenim Mustafa, Yiğenim Mine, Minenin çocukları Saliha ve Bihter...

27 Nisan 2010 Salı

HARPUT'A GİDEK DE NEDEK!

HARPUT’A GİDEK DE NEDEK!


Yağız atı sal dayı, tarladaki gazuhdan,
Eski dadlar yoh olmuş, sevgili Elazığ’dan.
Tefo, İbo, Gakkom gil, hepsi hatıra oldu.
Bübül sesi kesilmiş, Şorşor’da ki o bağdan.

Çayırlığa yığılan, çoc eden biz değiliz.
Hasavandaki tudu, hap eden biz değiliz.
Tomatesnen, balcanın tadı duzu galmamış.
Güveç yeyip Harput’a giden de biz değiliz.

Yarı çavuş suyunun sadece adı galmış,
Harput ververan olmuş, yalavuz adı galmış.
Arapbaba, Fetahmet, hepsi bize darılmış.
Sarayhatun, boşalmış; Allah feryadı galmış.

Maya diyen, yır söyliyen, galdı mı ki hey gakko?
Fide nerde, Ünes nerde, nerde Tefçi Şafo?
Zoro’nun hançerine gümüş köstek ne lazım,
Bi dömbek alah, çalsın bize Köynekli Tefo.

İri Güllü güzelmiş, velâkin biz görmedik.
Cimşit Hamamındaki sefayı biz sürmedik.
Bi zaman Nesibeymiş, Çatalgaya dilberi,
Bize Müsebbiye’nin bile eli değmedi.

Şimdikiler, Gala’ya teleferik guracah,
Cepler, payam yerine, ceviz orcik dolacah.
Kesirigin nahnaları, çimentonun tozundan,
Su degince, beton olup donacah.

Tudun gıkkiliginde, şimdi kelkerkezler var.
Gomşu itin enigü, büyüdü oldu zağar.
Külbe vurmah mümkün mü, onun kel gafasına?
Küçükken acımıştık, şimdi o bizi boğar.

Mezire’de el ele veren yaren galmamış.
Hacı Serçe, Arpacı, Şedele, Hacı Baloş,
Gışoğlu, Hacı Gaya, Asım Çötelioğlu,
Gubbede bi hoş seda, bi hatıra galmış.

At mı galdı, eyerine al çuha işledecek,
Topal eşek bile yoh, Mezire’ye gidecek.
Çarşı iti gillerin Esme, etse de nazar,
İpibillah, sivri külah, neme nazar değecek.


Bahan da bi haber sal, bulursan kellecoşu,
Tud ununu, gurudu, tarhana, kenger aşı,
Bunbarı, gaburgayı, gakırdağı, kelleyi,
Unuttuh bunun gibi bir çoh yemeği.


Biz de ganbur felekten almışız nasibimiz,
Bi zamanlar ne idik, düşün kü şimdi neyiz?
Sıla hasreti, galpde, sancı gibi gezse de,
Derviş misali, döner, ebedi gurbetteyiz.

Gözün sevem dayı, destanın çok hoş olmuş,
Ondörtlük Ülkü’nün elinde bade dolmuş.
Düğünlerin şenliği More gızı hanı ya?
Onlar da gül misali bir açılıp bir solmuş.

Südlü tandur ekmeğine ben de yerik yeridim.
Acaralp’ın şiirini okudukca eridim.
Perçençli Hayriye Diyeze duydum kofik doldurmuş.
Yanında goruh helvası varmış etli tiridin.

Şerf’in Haddi değil, İshak Belge yarışmah,
Bizimkisi yalavuz, bigaç benzetme yapmah,
Rahmi Harputi’nin torunu ile çömelip,
Benim gibi çömeze caiz mi aşıh atmah.

HADİ HARPUT'A GİDEK!

HADİ HARPUT’A GİDEK



Yağız atı bağladım, tarladaki gazuğa,
Toplanın çağalarım hep gidek Elazığ’a.
Tefo, İbo, gakkom, Mamoş'u al sen de gel,
Dipsiz gölle, Şorşor'un arasında ki bağa.

Çayırlığa yığılın, tud dibinde çoc edek,
Hasavana tökülen tudları hap hap edek.
Tomatesnen balcanı, doğramıştım güvece,
Bişsin onu da yiyek, sonra Harput’a gidek.

Yarı çavuş suyunda her derde şifa vardur.
Papur yolundan gidek, it yokuşu çok dardur.
Arapbaba, Fetahmet, gezek ziyaret edek,
Dönek Sarayhatun’da tanrıya secde edek.

Bi maya söle Gakkoş, duysun Galalı İbo.
Belki de duyar gelür, Gore’nin oğlu Mamo.
Gümüş köstek Tahalım, Zoro’nun hançerine,
Gürünşallı guşağın sohsun ara yerine.

Derler ki çoh güzelmiş, Harput’ta iri güllü,
Cimşit hamamında ki peştamalı püsküllü.
Nesibey’nen Fide’ydi, Çatalgaya dilberi,
Onlara ne türküler söylemiş, Hafız Nuri.

Galadan enek yayan, dayan üregim dayan.
Saray bahçelerinde cebimiz dolsun payam.
Hadi durmayın gezek, Hüsenik’de Mornik’te,
Nahna yemek istersek, oturah Kesirik’te.

Tudun gıkkiliginde, çullugarga pinigi,
Yumurtasını gapmış, gomşu itin enigi.
Dedim bi külbe vuram, ben onun kel başına.
Nedem anam, acıdım, gıyamadım yaşına.

Bi zaman Mezire’de, vermişlerdi ele ele,
Arpacı, Hacı Baloş, Hacı Serçe, Şedele,
Babuş gilin Mustafa, Hacı Gaya, Gışoğlu,
Vezir gibi gezerdi Asım Çötelioğlu.

Atımın eyerine işletürüm al çuha,
Çarşı iti gillerin Esme’ye baba çıha,
Bi nazar etse, çatlar, gavurma çinileri.
Ondan gorhar gaçardı, dere hamam cinleri.

Çohtandur ayrılmışım, eşimden yoldaşımdan,
Mastardağı ben miyim? Duman gahmaz başımdan.
Guruttan kellecoş yap, kortik çanağa doldur,
Hasretle gaşşuhluyah, datlı Harput aşından.

Kör ola, ganburfelek, zehir gattı aşıma,
Ayırdı memleketten, toprah ola başıma.
Emoş bibiye sordum, ösgedin mi Harput’u?
Dedi; ben gurban olam, toprağına daşına.

Yeri gibi istemiş, goruh helvası canım,
Onu çoh hoş yaparmış, Perçençli Hayriye hanım.
İshak der ki yurdumun hasreti ile coştum ben,
Şu anda hançer vursan, ahmaz bi damla gan.

İshak Sunguroğlu

ELAZIĞA HASRET

ELAZIĞ’A HASRET

Gakko ösgedim, dayanamim, gelim Mezire’ye.
Uğrayıp, hasret giderecem, Bibi’ye, Diyeze’ye.
Hoyratını halayını da çok öskedim.
Yıllar var ki doya doya seyredip dinlemedim.

Nahır vakdı revan oldum, tuttum yolunu.
Arha goltukdan bir gakko dürttü golumu.
Dedi beg, yolculuk nere? Dedim O’na Mezire’ye
Sordu, esas oralı mısın? Dedim doğma büyüme.

Geceyi geçrirdik, geh uyku, geh horata.
Sabah gözümü açdım, gelmişik Frat’a
Kömürhan’da gün doğdu, dağları aştı.
Otobos yavaşladı, Musa damına yanaştı.

Dediler; sabah gahvaltısı, ihtiyaç mola.
İndim gohladım etrafı doya, doya.
Musa damı dedikleri, eyni bir ahır seküsü.
Kerpiçten yapmışlar, ne boyası var ne süsü.

Süyüngü çökmüş: Çortun’u dönmüş mertege.
Sahibi Pala, benziyi bir mert erkege.
İkram etti bize, tereyağlı saç ekmegi.
Yanında bir üsküre ayran, buz gibi etti üreği.

Yollandıh yola, geldik Yolçatı Han kövüne.
Otobosun içi, birden döndü dügün evine.
Gulağıma sesler geldi, yaklaşik, şükür Elazığ’a.
Bir digeri söylendi; gurban olam, torpağına dağına.

Göründü Kuzeyde Pancarlıh dağları, Harput Galesi.
Arka sıralardan gelen, hazin bir hıçgırıh sesi.
Döndüm bahdım arhama, bir igit yaslanmış cama.
Hasrete dayanamayıp, ağlıyor gana gana.

Anladım o da benim gibi hasret vatan’a.
Bu hasretlige sebebin, canına gurt dadana.
Garaja vardım, yendim otobostan aşağı.
İhvanlar, şalvar giymiş, sarmış guşağı.

Yağızdır, mertdir, şu Elazığ uşağı.
Neşeli olunca, seplenir, Şorşordan aşağı.
Gakko ORHAN, efkârlanmış. Ah der Elaziz.
İsmi aziz insanı aziz. MAMURATULAZİZ.

                                               ORHAN ÖNAL

26 Nisan 2010 Pazartesi

ÇULCAPUR KÖYÜNDEN BİR GÖRÜNTÜ...


ÇULÇAPUR KÖYÜNDEN BİR GÖRÜNTÜ...


ÇULÇAPUR KÖYÜNDEN BİR GÖRÜNTÜ....

ÇULÇAPUR KÖYÜ- blog'u hazırlama amacı...



Değerli ÇULÇAPURLULAR,
Elazığ ili ÇULÇAPUR köyü ile bağlantısı olanları bilgilendirmek üzere bu BLOG deneme amaçlı olarak hazırlanmaktadır.

Bu konuda daha fazla bilgi ve becerisi olanları da göreve çağırıyorum...
Köyümüzü, akrabalarımızı ve komşularımızı hatırlayalım, hatırlatalım ve sonra ki kuşaklara da akataralım..

Herkesi saygı ve sevgi ile kucaklıyorum...

Ahmet AVCI
Abas Mevlüt'ün oğlu- İZMİR
ahmetavci3@gmail.com


28 MART 1948'de Çulçapur'da doğdum. Abas Mevlüt'le Sıdıka'nın oğluyum. İlkokul Üç'e kadar köyümde okudum. Öğretmenim -Eğitmen- Osman TAŞÇI idi.
Köyümüzde eğitim ancak; İlkokul üçe kadar olunca; Okula devam etmek için Helezür'e gitmek gerekli idi.

İstanbul'da bulunan Ferhat Ağabeyim beni yanına alınca kaderim değişti. Allah Kendisinden ve yengemden bin kez razı olsun...

İlkokulu 4 ve 5'i yanlarında okudum. Sonra Selimiye Askeri Ortaokuluna, Oradan Erzincan Askeri Lisesine ve ardından Kara Harp Okuluna girdim.
1968 yılında Jandarma subayı olarak Kıtaya çıktım.

Köyümüzden Mehmet TOSUN'un kızı RÜVEYDE ile evlendim.
Kızım Nilgün; Yardımcı doçent olup, Ege Üniversitesinde Öğretim Üyesidir.
Oğlum Metehan; Ziraat Mühendisi olup, Tarım İlacı Bayiliği yapmaktadır.

1999 yılında da UŞAK Jandarma Alay komutanı iken, Albay rütbesi ile emekli oldum. Emekli Olunca: yedi yıl, Ege Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümünde Okutmanlık yaptım.
İzmir'de yaşamaktayım.
Bu BLOG'la Köyüme hizmet etmeye çalışacağım.